EP.7 day od the days

Ben Esra telefonda seni boşaltmamı ister misin?
Telefon Numaram: 00237 8000 92 32

Amateur

EP.7 day od the days
Daha çabuk yazardım sanıyordum ama olmadı… Bayram tatilinde herkes kendi işine bakarken organizasyon işi bana kalınca zar zor laptopumla özel zaman geçirebildim… Allahtan havalar bok gibi gidiyor da kimse eğlenemiyor… Sonunda beyim güneşi batıracak bir balık aktivitesine gittiği için (umarım öyledir) bölünmeden tek seferde yazıp bitirip gönderebilirim diye umuyorum…

Aynı senedeyiz; Mayıs başı gibi annem, zamanında babamların başladığı Bodrum’daki inşaatta bize ve yapılan villanın dekorasyonunun bokunu çıkartmak üzere yengemle birlikte deyim yerindeyse yanıma taşındı ve sosyal hayatım da bu şekilde söndü… Aynı anda konsept danışmanıyım, şoförüyüm, kızıyım, arkadaşı da olmamı sağlamaya çalışıyor… Yengem pek bu işlerden anlayacak rafine zevke sahip olmadığı için iki evi de biz döşüyoruz… Cep telefonu daha yeni o zamanlar, araç şarjı falan hiç yok ama annem yanında gezdirdiği yedek bataryaları söke taka günde 3 saat Bodrumdaki mimarın ofisiyle canlı yayın halinde; o taşçı bu masifçi, öteki sanat galerisi şu lambacı falan geziyoruz.. Şaka maka babamın gidişinden sonra sektöre yatay geçen annem bu işi iyi kotarmış, bok gibi para harcıyoruz… Ben daha hiç görmedim evi ama planlar üzerinden odamı seçiyorum; girişten bir alt katta, bahçeyle hemzemin, doğrudan Güllük körfezine ve güneşin doğuşuna bakıyor odam; önünde bin yıl geçse manzarayı kapatacak bir şey yapılma ihtimali yok… Ali güya çakallık yapıp erken davranmış ve benle aynı katta doğrudan havuza açılan odayı seçmiş çoktan; salak, sabaha kadar birileri yüzecek o havuzda, uyuyamazsın ki.. Neyse, 900km öteden odayı seçe seçe tefriş edip gönderiyorum eşyalarımı akşamdan akşama… Sonunda bitiyor.. Bir gece dışarı çıkarıp rakısını da içirdikten sonra yolluyorum annemi; çok zamanım yok, haftaya hep birlikte evi açmaya gideceğiz… Ha bu arada, annem geldiğinde ikinci akşam kızlarla birlikte çıkardık dışarı ama ne Seçil’i ne Hale’yi hiç gözü tutmadı ve bunu da hayvanlar gibi belli ettiği için bir daha bir araya da gelemedik kızlarla.. No-problem; İstanbul’da kalan 2-3 günümde birlikte ev partileri yapıp affettirdim kendimi, gitmeye hazırım…

Bir cumartesi günü sabahında çıktık yola… İki arabada (pardon yengemle 3) 6 kişi gidiyoruz; annemle Ali önde babamdan yadigar jipte gidiyorlar; yengem kendi çocuklarıyla kendi arabasında geliyor, ben tutturdum arabam da arabam diye, zaten o kadar çok kıyafet götürüyordum ki beni ve benim eşyamı alacak yer kalmamıştı annemin arabasında… Tempoyu annem kontrol eder halde yengemler arkasında ve süpürücü olarak da ben, arkada kalmam annem kaç sigara içtiğimi sayıp kafama kakmasın diye biraz da… yüzer metre arayla iki buçuk molayla gittik… Buçuk molamız da şu; 3 yıl önce hepimizin hayatını sonsuza kadar değiştiren yerde durduk, ağlandı edildi; geçelim buraları… Akşamüzeri güneş inmeye başladığında tepeden Bodrum; kavşakta sağa, daha yarım saate yakın yolumuz var… Neyse; içmimardan site bahçıvanına, güvenlikten kapıcıya herkes bizi bekliyor; hoş geldiniz beş gittiniz; annem zaten uzunca bir süre gitti geldi, çoğunu tanıyor; Ali , ben ve kuzenler herkesi ilk kez görüyoruz, yengem kendi evinin denizin dibinde olmasının sevinci yerine bizdeki manzaranın olmamasının kıskançlığını saklamaya çalışıyor vs.vs. Bu arada evler bahar başında teslim edildiği için epey bir insan gelmiş yerleşmiş, havuz başındaki yarı restoran, yarı bar az biraz da market şey de açılmış; bizim patırtımıza çıkıp tanışan amcalar teyzeler de ortalıkta; tabi onların evleri bizimkiler yanında kümes boyutunda olduğu için komşu teyzelerde de bi göz devirmeler falan; annem baktı insanlar olayı müze gezmesine çevirdiler, “yol yorgunuyuz” cümlesini gereğinden sık kullanıp kendiliğinden gitmelerini sağladı herkesin… Herkes odasına tabi… Aferin, güzel oda ve güzel eşya seçmişim… Önce son bir gayretle eşyaları taşıdım, sonra buz gibi duş ve yatakta tavana boş bakışlar.. Bir saat sonra verandada buluştuk kendiliğinden… Ali’yle ben aynı anda “ben İstanbul’a/Ankara’ya dönmicem” cümlesini kurduk ve yarıldık gülmekten… Aşağıdan buz gibi bira eşliğinde tavuk makarna falan söylendi; o kadar yolun üzerine birer tane de yemek arkasında içince acayip yorgunluk bastı; Bodrum’a gitmeyle başlayıp aşağıdaki barımsıya gidip biraz bakınmaya evrilen plandan bile vazgeçip doğru odama gittim sızdım… Ali muhtemelen bütün yol osura osura uyuduğu için aşağı indi tabi…

Ertesi sabah daha 06’da kıpkırmızı güneş odaya doğunca uyandım mecburen.. İlk planım panjurları kapatıp gerisin geri (o zaman götün götün diye bir tanım yok, olsaydı o olurdu) yatağa dönmekti ki baktım gayet dinç ve yorgunluğumu atmış şekilde uyanmışım… Önce evi keşfettim yalınayak, sonra bahçe, sonra havuz… Çok güzel yahu, dün akşam gördüğümden bile çok ama çok güzel… Tekrar üst kata mutfağa çıkıp kahve yapmak istedim ama aldığımız malzemelerin çoğu kutusuyla ait olduğu yere bırakılmış, daha epey işimiz var burayı ev haline getirmek için… Terliklerimi buldum valizden zar zor, giriş kapısındaki boy aynasından kendimi kontrol ettim, kısacık bir askılı ve daracık penye şort, sutyen zaten yok; sabah serinliği memelerimi belirginleştirmiş; annem görse kızar ama oldum olası erken uyanmayı sevmediği için problem yok… Sigaramı telefonumu anahtar ve cüzdanımı alıp bahçe kapısından sızdım dışarı; biraz da siteyi görelim…

Bizim evin yanında aynısından bir tane daha var ama bizden yarım boy aşağıda; sonra dik bir yokuş, bizim altımızda yengemlerinki ve onun da yarım boy altında onun aynısından… Sonrasına yokuş denemez, sol tarafta hafif eğimle vadiye yayılmış 50-60 tane Bordum evi; sağ tarafta yengemden sonra ev yok… Bitkiler yeni dikilmiş olduğu için ara ara çimler henüz çıkmamış, toprak görünüyor ama yine de her tarafta mor – lila – beyaz çiçekler… Güneş yükseldikçe ışık önce sarıya sonra beyaza dönmeye başladı; ben de etraftaki her duvar beyaz olduğu için yansıyan ışıktan gözümü açamamaya; evlerin sokaklarına girip amaçsızca gezmeye başladım… Arabalara bakıyorum; 34-34-35-06-16—06-34-34… geneli İstanbullu; plakalar DR – DR – AV – DR , (geneli doktor yani ki bunu annem söylemişti zaten, bir sürü profesör ev almış diye)… Havuz başını buldum sonunda… Bizim havuzla kıyaslayınca büyük tabi ama en fazla 4-5 kat büyük, biz orada 3 kişiyiz bunlar 300 kişi ? … şezlonglar gelişigüzel çekiştirilmiş, sağda solda kültablaları, boş şişeler, bir adet patlamış kusmuk (bunu nerde görsem tanırım, bir defasında banyoya yetişemeyip eve kusmuştum böyle aşağı doğru infilak kusması, birileri fazla kaçırmış yani).. Deniz kıyısına indim sonunda; T şeklinde uzunca bir iskele, henüz uç kısmının tahtaları yapılıyor, girilmesin diye masa gibi bir şey koymuşlar.. sağ taraf çakıl plaj, tam buraların plajı işte; solda ise acayip bir kumsal, belli ki doğal dğeil, bir yerlerden taşınmış o kum… deniz hemen derinleşiyor çünkü az ileride buradan öteye geçme şamandıraları var; sonrasında koyda aralıklarla sabit şamandıralara bağlanmış 5-6 tane motorlu kayık, muhtemelen site ahalisinin kayıkları… Az ileride de burada gecelemiş bir motoryatla yanında bir yelkenli.. Motoryatta yabancı bir kadın sofra hazırlıyor; selamlaştık… Biraz ileride bizim sitenin bittiği yerde betondan bir rampa var, rampaya geri geri yanaşmış bu Dubai’de falan çöl safarisinde arapların kullandığı kocaman bir jip.. Jipin arkasında bir romörk, onun üzerinde baştan kayık sandığım ama daha önce hiç görmediğim tipte gerçek motosiklet gibi kocaman bir jetski, iki çocuk aleti suya indirmeye çalışıyorlar, direksiyondakini görmüyorum ama romörkün yanında diğerine “gel gel hop” yapan çocuk yakışıklı baya… Yanlarına doğru istifimi bozmadan yürüdüm ister istemez.. Yakışıklıyla selamlaştık, ben onu o beni tepeden tırnağa süzdük daha doğrusu.. O sırada römork iyice suya girdi ve jetski yüzmeye başladı; yakışıklı direksiyondakine tamamdır işareti yapınca diğeri gazladı ve o ana kadar aynadan beni kesen çocuk da rampadan çıkıp otoparka doğru gözden kayboldu… Diğeri elinde tuttuğu iple sudaki aleti betonun kenarındaki halkaya bağladı ve doğrulup yanıma geldi… Bu sefer daha formel şekilde selamlaştık… İsmi Cenk; tenine bakılırsa 3-4 gündür burada çünkü omuzları kırmızıdan kahverengine dönmemiş daha… Çok yakışıklı; nasıl anlatayım, o zaman gördüğümde ilk aklıma gelen bu çocuğun New k**s On The Block grubundaki Joey’e inanılmaz benzediğiydi – ki dürüst olmak gerekirse bizim Cenk Joey’nin bir model de üstüydü fuckble skalasındaki yeri itibarı ile… Hafif esmer, gözleri açık yeşil… Kuzeninin bütün gece yol yapıp Bodruma sabah vardığını ve site için yollar zincirlenmeden skiyi suya indirmek için sahile geldiklerinden bahsetti… Ne tarafta oturduğumuzu sordu, tarif edince “A tam bizim çapraz üstümüzde yani; o zaman sen Ali’nin kardeşisin” dedi.. bu defa ben şaşırdım çünkü çapraz altımızdaki villa da özel tipti ve arsa sahiplerine yapılmıştı; o an ağzımdan buranın yerlisi mi olduklarına dair bir şey gevelemeye çalışırken “ o zaman siz köylü müsünüz?” gibi saçma ötesi bir söz çıktı; Cenk bu lafa tükürükler saçarak koptu tabi; yerin dibine geçtim, Allah da benim belamı versin yani… Ben lafı düzeltmeye daha doğrusu sıçtığımı sıvamaya çalışırken o da açıkladı kendince; tipik küçük Bodrum evi yazlıkları varmış önceden Turgutreis tarafında… Babaları bu taraflarda büyükçe bir ev bakınırken bizim arsa sahipleri de kendilerine gereksiz buldukları villayı satışa çıkartmışlar vs.vs. işte; Bodrumun köylüsü falan değiller yani kısaca…

(Buraya kadarını yazalı bir ay oluyor; devam…)
Biz muhabbet ederken motoryattaki bakımlı teyze bizi çağırıp kahve ikram etti; kendi dilinde “kokmuştur bir tarafınız şişer” gibisinden mırıldanarak… Piyango kahvelerimizi alıp kıyıdaki şezlonglardan birine oturduk.. Sigara ikram ettim, Cenk çakmağımı alıp benimkini de kendi yaktı türlü reverans esprileriyle… Bir erkek yeni tanıştığı kıza çaktırmadan ne kadar sarkarsa o kadar flörtöz havada konuşuyordu.. Ali’yle akşam tanışmışlar; kuzeni henüz gelmediği için Cenk millete biraz uzak duruyormuş; Ali de yeni olduğu için onun gibi davranınca tanıştıklarını falan anlattı… Sitede bizim yaş grubumuzda 15-20 kişi daha varmış, Ankaralılar kafaymış ama İstanbul tayfasının genelinin anasının babasının forsu parası üzerinden sidik yarıştırma aşamasını geçememiş tipler olduğundan falan bahsetti… Cenk Ankara’da Tıp okuyormuş; kuzeninin adı da Erdem’miş (Cenk & Erdem?? radyo programı gibi) o da ABD’de okuyormuş… Konuşmaları çok rahat, sarkıyor ama sarkmıyor da dedim ya; eser miktarda flört ve samimiyet.. Ama çok yakışıklı piç, bunun da bilincinde tabi.. O konuştukça bende bir bayram havası, sabah esintisi askılıdan içeri girince memelerim de sertleşti ve kumaşa sürttükçe neredeyse acımaya başladı falan… Tam o sırada “bana kahve yok mu” diye Erdem geldi.. Off.. Şaka mısın yahu.. Cenk tam bir Bond adayı İngiliz yakışıklısıydı, gibi Erdem de serseri yakışıklının sözlük anlamı resmen… Afro olmak üzere yolun yarısına gelememiş dibi koyu ucu açık renk saçlar, henüz kulağı geçememiş.. Bana mı öyle geliyor bilmiyorum ama resmen bal rengi gözleri ve burnunun etrafında sevimlilikten çok uzak seksapele çok daha yakın çiller falan… Cenk kısacık ve dar lacivert jilet gibi bir şortla yine dar ama V yaka tshirt giyerken; Erdem sörfçü tipi uzun çiçekli bir şort ve yine dökülen bir askılı giymiş; Cenk’in tek kulağında bir tane taş küpe; Erdem’in kulağının her yeri küpe ve boynunda biri deri biri de tespih gibi garip ama çok şık iki kolye (kehribarmış, sağlık sıhhat vs.)… Seç beğen at yatağa… Daha doğrusu ikisini de at yatağa… Cenk TRT spikerleri gibi düzgün bir Türkçe’yi çok akıllıca konuşuyor, buna karşın Erdem 2 yıldır yurtdışında yaşadığından az bir kırılma var Türkçesinde.. konuşması ara ara kelimenin karşılığını ararken “aaemmm..” şeklide kesiliyor.. Diyemiyorum ki “Yavrum senin istediğin yeter ki aaemm olsun, bak burada ellenmemişi var” ahahsahsha…

Bir saate yakın konuştuk sahilde; kıkırdadık, güldük; yatçı teyzenin mutfağını hayrata çevirdik, o da sağolsun istedikçe verdi hatta bir defa biz istemeden kalkıp kahve getirdi… Bu arada fark ettim ki Cenk kadar Erdem de kendi şeklinde benle flört ediyor açıkça… Ben tabi herkese mavi boncuk modundayım; bıraksalar “ben ikinize de okeyim, siz aranızda anlaşın” diye kavga ettireceğim… Hani yokluktan diyeceğim ama ikisi de öyle aç tipler değiller; daha çok bir tür kuzen rekabeti gibi kendi aralarında da şakalaşarak devam ettiriyorlar… Biraz buruldum açıkçası; iş bir noktaya gelip bir tanesine “bizimla değilsın” demek zorunda kalır mıyım diye… O arada telefonum çaldı, arayan annem, saat dokuza yaklaşmış, kahvaltıya çağırıyor… Birlikte yukarı yürüdük ve evlerimizin garaj yollarında ayrıldık, 1,5 saat sonra havuzda buluşacağız, sonra konuşuruz ne yapıp ne yapmayacağımızla ilgili…

Eve girdim, Ali uyanmış, annem uyanmış (doğal olarak), yengem ve çocukları da bizdeler, biri akranımız diğeri daha küçük sayılır 14-15 yaşında… Kahvaltıyı yuvarlayıp Ali’ye “T minus 15” uyarımı yaptım… Gayet yeterli 15dk, giyeceğim bir bikini ve şort yani değil mi… Değil işte; klas olayım, sexy olayım ama mal da olmayayım, güzel de olsun rahat da, göstersin ama vermesin falan gibi 16547 amacı birden gerçekleştirmek bir bikini için ağır bir sorumluluk ve sonunda hazır olup yukarı çıktığımda Ali ve Candan 20dk önce gitmişti (artık 15 + 20 + ne kadar bekledilerse yani, o kadar sürdü)… Aslında daha çabuk hazırlanabilirdim; bikinilerimi giyip çıkartırken aynada trans halinde kendime bakarken dalıp gitmelerim olmasaydı… Her dalışımda bir Cenk bir Erdem de bana dalıyordu resmen, ıslanıyordum durup dururken… Sonunda altı düz antrasit ve yarı açık; üstü ise bej zemin üzerine çiçekler olan üçgen bir kombin yaparak çıktım… Neden sonra fark ettim ki kombinin altı Cenk’e üstü Erdem’e uyuyordu (ah şu bilinçaltım)…

Havuza gittiğimde gerçekten de 15-20 gencin aileler ve çocuklardan uzakta bir köşeye doluştuklarını görüp o tarafa meylettim.. Ali orada, Cenk ve Erdem de tabi.. Bu üçü iyi arkadaş olmuş gibiler ve bütün diğer kızlar da bunların yörüngesine yerleşmişler.. Şöyle bir baktım… Orospu-1, orospu-2, orospu-3 ;-))) aaa! Sümbül! Orospu 3 bizim okuldan yarı samimi arkadaşım Sümbül çıkmasın mı!? Çıksın da bari ortamdaki bütün kızlar bana düşman olmasın böylece.. Yani tamam güzel sayılırlar ama ben de yanıyorum yani (bana öyle geliyor en azından).. Gerçi sadece bana öyle gelmiyor, sadece Cenk ve Erdem değil, Ali dahil gruptaki 6-7 erkeğin de hepsi ağzı açık izledi “gelişimi”…
Neyse, Sümbül önce benle arkadaş olmasının avantajını kullanarak diğer orospulardan sıyrılıp çekirdek kadroya iltica etti; sonra Cenk ve Erdem’in bana kombine ilgilisi fark edince zamanı gelince düşeni toplayana kadar ilgisini Ali’ye yöneltti – ki Ali de memnundu açıkçası bu armut piş durumdan…

Erdem arada kalkıyor, serseri işi çantasından çıkardığı bir CD’yle mekan işletmecisinin (Bahattin miydi neydi) yanına gidiyor, bir anda müzik değişiyor, benim İstanbul gecelerinden aşina olduğum ama diğer -sözde- sosyetenin bilmediği çok güzel şeyler doluyor kulaklarımıza…

İlk tam günüm akşama kadar deyim yerindeyse Cenk ile Erdem arasında basketbol topu gibi geçti, ama edilgen bir top değilim; sadece onlar paslaşmıyorlar, hatta onlar hiç paslaşmıyorlar ama ben ikisinin de gönlü kırılmasın diye kendimi dolaştırıyorum.. Cenk sahile gidip şnorkel yapmayı teklif edince bir saat onla gidip yüzdüm; daldığımızda boynuna sarılıp hiç hareket etmeden onun beni dip bucak gezdirmesine izin verdim; tabi bu sırada çaktırmadan birbirimizin vücutlarını da keşfettik bir tür oil-massage yapar gibi.. Dönüşte de Erdem burulmasın diye “beni skiyle gezdirsene” diye rica edip yarım saatten fazla tutunma adı altında Erdem’in vücudunu okşadım, karın kaslarını saydım neredeyse.. Erdem’se kendisinden beklenmeyen kuralcılığı yüzünden (sanırım USA’de yaşama olayı bu) illa can yeleği giydirdiği için benim göğüslerimi fazla keşfedemedi, bir ara iki kayalığın arasında suya atlayıp yüzdüğümüz 3-5 dk ve skisine ))) binmeme yardım ettiği kısım hariç…

Günün sonuna doğru site gençliğinin kast sistemi kurulmuştu; bir kere kraliçe kesinlikle bendim, hem sitenin sahibi sayılırım hem de iki kral da benim çevremde pervaneydi… Ali ve Sümbül çemberin içindeki grup, diğerleri de kendi içinde derecelenseler de bizim için diğerleri işte; Candan da öyle aradai… Dikkatimi çeken şeyse gün boyunca ne Cenk ne Erdem benle değillerse kimseyle değillerdi; biri taktı walkman dinledi, diğeri gitti müzikle yemekle uğraştı… Ama açık açık ikisi de “ya Burcu ya da kimse” modundaydı – ki bunun ne kadar götümü kaldıran bir şey olduğunu tahmin edemezsiniz, yıllar sonra bir filmde ters mantığını görmüştüm bu yaklaşımın; en güzel dişi için savaşıp kaybetmenin sonu hayvanlardaki gibi 2nd best ile (kimse artık o) bitmiyor; tamamen göt gibi ortada kalıyorsunuz o tercihi bir kere yaptığınız için; şansınız varsa sondan 3. falan kalıyor elinizde, o da şansınız varsa… Neyse geçelim bu sosyopsikolojik analizleri…

Akşama doğru Cenk’le Erdem bir sürpriz daha çıkardılar… Bunların Bodrum limanında bir tekneleri mi ne varmış; sitenin önünün müsait olduğuna karar vermişler ve onu alıp onlar İstanbul’a ve USA’e dönene kadar durması için buraya getireceklermiş; yoksa Bodrum’a her defasında 45dk gidip gelmek zor olurmuş vs.vs. ertesi gün de hep birlikte gezmeye gidelimmiş… Bunu tam ben eve gidip biraz yatıp dinlenmek istediğimi söylediğimde çıkardılar ve doğal olarak onları Bodrum’a arabayla götürüp sonra yalnız dönme işi de Ali’ye kaldı.. Böyle olunca Sümbül hemen zıpladı “ben de geleyim tek başına dönme” diye… Bütün gün kendimi düşünürken fark edememiştim ama Sümbül’le Ali de epey yol almış gibiydiler; sanırım Sümbül böyle bir hamlenin kendisi için orta vadede de iyi olacağını düşünmüştü (kaltakkk!)… Ali’yi kenara çektim ve benim arabanın anahtarını verip “dönüşte bir yere çekmek istersen bagajda 3-5 kutu bira olması lazım” diye kıçına bir şaplak atıp gülümsedim.. Ali de güldü ve “ sen de bir karar ver artık istersen; ikisine de boncuk saçıyorsun, boku çıkacak bak” diye uyardı gülerek… Doğru söylüyordu; bir seçim yapmam gerektiğini biliyordum ama hiç de seçim yapma modunda başlamamıştı ki bu iş…

Odama gittim, kendimi duşun altına attım… gün boyunca içtiğim 4-5 bira sarhoş etmeye yetmemişti ama güneş ve rüzgarla birleşince tatlı bir sersemlik vermişti… Buz gibi su omuzlarımdan memelerime, oradan karnıma ve apış arama akarken her yerimde dört el geziniyor gibiydi; duştan çıkıp yarım yamalak kurulandıktan sonra yatağa attım kendimi… Her zamanki yatış şeklimde bir yastık kafamın altında, bir yastık da bacaklarımın arasında şeklide döndüm arkamı dışarıya… Cenk ve Erdem duştayken üzerimden akan su olmuşlardı, kurulanırken vücudumda gezen havlu, şimdi de ıslaklığıma bastırdığım yastık… Ayıramıyordum ve öyle ki ayırmak da istemiyordum ikisini birbirinden… Hayalimde bile bir aradaydılar.. Cenk memelerimi ısıra ısıra yalarken Erdem’i apış aramda bacaklarımla hapsediyordum; ben Erdem’in kucağında sürtünerek aşağı giderken Cenk saçlarımdan tutup kendine çevirip dilini boğazıma sokuyordu; Cenk içimdeydi, Erdem de içimdeydi; tek bi vücut gibi sevişiyordum ikisiyle de… O şekilde ellerimle kendime hiç dokunmadan sadece yastığa sürtünerek inanılmaz bir boşalmayla paralize oldum ve doğrudan uykuya yatay geçiş yaptım…
(Kısa yazamıyorum; uzun yazınca da yazı bitmiyor abv… başlayalı 3. Aya girdiğimiz ve toplamda 3 günü anlatacağım anımızın son bölümü olmasını umarak buyrun efendim; iyi okumalar..)

Uyandığımda uzaktan annemin beni çağıran sesini duydum; hava kararmıştı, yengemler yine bizdeydi ve sofra kuruluyordu yukarıda… akşam esintisi doluyordu odama ve ben de bir pikenin altında çırılçıplaktım… Kararımı vermiştim, kararım hiçbir karar vermemekti; nasıl olsa biri çekilecekti iş uzadıkça ve buna sebep olan ben olmak istemiyordum… Mutlu şekilde yukarı çıktım; annem “ışıldıyorsun resmen kız” diye takıldı; gittim yanaklarından öptüm; Ali verandadaki kanepe salıncakta bir kitaba dalmıştı, gittim kucağına yattım, başımı göğsüne yasladım… kitabı bırakıp saçımla oynamaya başladı.. Mis gibi kokuyordu ve ben de tamamen kardeşçe kokluyordum, o da duştan yeni çıkmış gibiydi ve aklıma Sümbül’le oldukları geldi birden, masum kardeşten piç kardeşe döndüm hemen:
– Nasıl geçti?
– Ne nasıl geçti?
– Sümbülle dönüş?
– Ha… İyiii…
– Ne iyi olum.. Korundun mu?
– )))) saçmalama lan )))
– Yapmadınız mı?
– Sana ne ya? Anneee! Kızını alır mısın başımdan!
– Ya hadi söylesene…
– Ya tamamen yapmadık, biraz yiyiştik arabada… Tam operasyona başlayacakken frene bastı “arabalar geçiyor arkamızdan” falan diye… Çok rahat değildi kız… Senin biralar geldi aklıma bir tane içsin rahatlasın diye; onları aldım bagajdan ama sıcaktan içilecek gibi değildi, daha çok çay gibiydi hatta çıkardım getirdim dolaba koydum…
– E bıraktı mı yani seni öyle?
– Yok bırakmadı; eliyle halletti..
– Lan arabamı batırmadın dimi??
– )))) Yok yav son kısmını ağzıyla yaptı, dışarı giden bir şey yok yani…
– )))) İyi bakalım…
– Sen ne karar verdin?
– Karar vermemeye karar verdim…
– E ne olacak?
– Ne bileyim Ali ya… Onlar karar versin, damat seçmiyoruz ya..
– Sonuçta summer-love diyorsun, Bodrumda olan Bodrumda kalacak…
– Aynen.. Onlar n’aptı getirdiler mi kayığı?
– Kayık derken ))) koya bi baksana?
Kafamı kaldırıp sitenin sahiline baktım… Ohaa!!! Kayık dedikleri şey neredeyse 20 metrelik kocaman bir gulet (yani kafamda küçük sürat motoru gibi bir şey hayal ettiğimden o an öyle geldi bana)… Upuzun bir direği var, tepesinde lamba yanıyor; alacakaranlıkta detayları seçilmiyor ama çok güzel kuğu gibi bir şey (adı da …. swan’dı hatta)…
– Çok güzelmiş lan.. Anneme söylesene biz de alalım böyle bişey…
– Hasta oldu zaten görünce ama ben bunlardan istemiyorum, okulun yelken takımında fiber olanları var ondan aldırıcam biraz daha küçük bundan… Zaten annemle Erdem’in babası tanışmışlar; annem çok güzelmiş falan deyince herif de ….. hanım ne zaman isterseniz görev bilirim falan demiş, kart zampara )))) annem de o zaten bizim de teknemiz sayılır falan diyor )))
– Yarın bununla mı çıkacağız biz şimdi?
– Evet.. Ama Cenk herkesi istemiyor; birkaç isim saydı o İstanbullu artist elemanlarla yanlarındaki karılar (Ali de saydı da hatırlamıyorum şimdi), onları almayacağız; 12-13 kişi gideceğiz o kadar kişi kapasitesi varmış teknenin…
– Aman iyi, zaten pek sevemedim onları; hem 20 kişinin hepsi her şeyi hep beraber yapamaz..

Dedim ve yemeğe oturduk… Yemekten sonra aşağıda barda buluştu herkes… Benim cosy tarzım (o zaman bunun adının bu olduğunu da bilmiyordum gerçi) ortama uygundu, sonuçta burası bir yazlık sitenin barı, hatta bar da denemez, gündüz patates kızartması makarna falan aldığın tezgahta gece sexonthebeach yapıyorlar yani… Enteresan şekilde Cenk’in ertesi günkü geziden dışladığı kızlar sanki düğüne gider gibi geldiler, yanlarındaki çocuklar da öyle, kot pantolonlar gömlekler falan.. Sümbül ve 1-2 kafa hatunla artık paylaşılmış erkekleri de bize daha yakındı tarz olarak (tam bir vurur yüze ifadesi hali yani)… Bizim tarzımız “sitede kalıyoruz”, kokoşların tarzı da “Bodrum’a gidiyoruz” diye bağırdığı için konuşmaya bile gerek kalmadı ve birer biradan sonra ekip kendiliğinden ikiye ayrıldı…
Havuz başında bir saat kadar vakit geçirdik ve biraları götürdük… Sonrasında anne-baba tayfası inince biz de Erdem de Bahattin abiden garson çocukla iki kasa birayı aşağıda sahildeki su dolabına taşıtmasını ve hesabı da bize yazmasını istedi; hep beraber sahile geçtik… Güzel bir ilk gece (benim için) geçti; sabahtan beri bir arada olsak da aslında kimse kimseyi doğru dürüst tanımıyordu, bütün ÜNV’ler benzer tarihlerde tatil olduğundan herkes siteye yeni gelmiş sayılırdı ve birbirimizin isimlerinden başka çok da bir şey bilmiyorduk… Cenk’in liderliğinde herkes kısaca kendini anlattı önce… grup ufaldığı için samimiyet çoğalmıştı ve sorular, cevaplar, karşı sorular derken biraların da etkisiyle bir iki saat sonra kendimizi cesaret kısmı olmayan bir doğruluk-cesaret oyununda bulmuştuk.. Tek fark şişe falan çevrilmiyor, genelde Cenk veya Erdem sorguyu başkasına yöneltene kadar hedefteki kişinin içini dışına çıkartıyorduk… Tabi genelde ben inisiyatif alıp silahları bu ikisine çeviriyordum arada… O sırada Ali ve Sümbül sadece benim fark ettiğimi sandığım şekilde birbirlerine dokunuyorlardı – ki bir süre sonra “biz biraz yürüyelim hava alalım” diye kalkıp dibe doğru gittiler; tabi arkalarından atılan “ biz ne soluyoruz burada, siyanür mü?” lafına da hayvan gibi güldük… 20 dk sonra geldiler zaten pespembe yanaklarla; Ali göz kırptı, istediğini almıştı sonunda…

Saat 00:00 olduğunda bahçe ve plaj aydınlatması kapandı ve ondan sonraki kısa dönemde de ben daha rahat hareket ettim; bir Cenk’in kucağına yatıyorum, Cenk başımı Erdem de bacaklarımı okşuyor belli etmeden; bir öteki tarafa dönüyorum, Cenk’in elini kıçımca hissederken Erdem omzumla karışık memelerimin üzerinde dolaştırıyor parmaklarını… Epey bi bira içip kafayı bulmuştum; hatta arada isteğim üzerine Cenk bara gidip bir şişe sert SOB yaptırmıştı, onun da yarıya yakınını ben içmiştim sahibi olaraktan… Tam artık “kafamdan çöp çekeyim ve kim çıkarsa onu çalılıklara götürüp kendimi bir güzel siktireyim” diye düşünürken Cenk kalkıp “hadi bakalım herkes yatsın dinlensin, yarın büyük gün(!); sabah 09.00’da kim sahildeyse onlarla kalkar bu gemi” dedi ve geceyi bitirdi… Her ikisinde bu “çok da önemli değil aslında sex falan” yaklaşımı vardı; bazen çekici geliyordu bu tavır, bazen de uyuz oluyordum.. O anda feci uyuz olmuştum ve sırf bunun gıcıklığına Erdem’e dönüp onu eve falan atacakken verilen emre ilk o uydu ve yerinden doğrulup şişeleri toplayıp çöp variline yürümeye başladı… Ali de zaten bir günde iki defa seviştiği için eve gitmeye oldukça razı görünüyordu; keza Sümbül de… Artık ben de millete uydum ve kuzu kuzu yukarı yürüdüm; kuzenlerden intikamımı da onların yanında değil, yolun yarısına kadar Ali-Sümbül çiftine üçüncü, sonra da Ali’nin damı olarak sarılıp yürüyerek aldım (kendimce aldım yani güya, yine sallamadılar tabi)… Evde verandaya uzanıp Ali’ye Sümbül skorunu en ince ayrıntısına kadar anlattırdım fısıltıyla ve o gazla odama gidip kendimi tatmin etmek istesem de; duş bile alamadan yatağa devrilip sızdım… (olmadı ya, yine bitiremedim yazıyı… yazdıkça başka detaylar hatırlıyorum ve onları yazmazsam olmazmış gibi geliyor… Bakalım devamını ne zamana yazacağım)..

Nerede kalmıştık; sabah yine güneş röntgen ışını gibi her yerime girince zorlukla açtım gözümü.. Sanki hiç ara vermeden sabaha kadar içmişim de yarım saat sızmışım gibi hissediyordum kendimi.. Bu defa önce panjuru indirdim; sonra çantamdan zorlukla bir tane alcaseltzer muadili çıkarıp “asla içmeyin” dedikleri musluk suyuyla götürdüm ve yatağa döndüm… İçimden de dua ediyorum “alla’m n’olur ayılayım, günüm bok olmasın”… 1-1,5 saat falan daha uyuduğumda Ali’nin alarmı ikimizi birden uyandırdı.. Çok az iyileşmiş olsam da kafam hala balon gibiydi.. Kimseye çaktırmamaya çalışarak kahvaltıya çıktım; Ali durumumu soru, iyiyim dedim, daha iyi olurum… Saat 08:30’u geçince hemen odama indim, kumaş çantama üzerimdekine ilave birkaç takım bikini ve havlu, güneş kremi, discman falan tıkıştırıp yukarı çıktım ve Ali’ye bağırmaya başladım haddiiiiii! diye… Biliyordum ki bizim cool ikili harbiden saat 0900’da kim varsa onla çıkarlar denize…

Sahile indiğimizde ekip çoktan tamamdı; beni ilk Cenk gördü ve Jack Nicholson gözlüklerinin arkasındaki inanılmaz sırıtışıyla geldi yanıma; “günaydın prenses, çok mu içirdik sana akşam” diye her iki dudağımdan (yani yanaktan denemez buna, dudaklarımın sağ ve sol yanından) öptü beni titreterek… Ondan ayrılıp diğerlerine doğru yürüdüğümde de biraları bota yükleyen Erdem geldi bu defa yanıma; kolunu belime atar gibi kalçamdan kavrayıp kendine çekti ve boynuma bol koklamalı ve çok ıslak bir tek öpücük kondurdu “smrsfmsff” şeklinde içine çekerek beni… Ona da ayrı eridim tabi…

Her defasında 4 kişi 3-4 posta halinde tekneye nakil işleri de yapıldı ve demiri alıp çıktık yola… Dümende Cenk vardı; demir alınırken Erdem’in yanına baş tarafa gittim; çapa yerine oturunca beni kayığın önündeki (onlar kayık diyorlardı bindiğimiz gemiye) uzun sopamsı şeye çıkardı; sağında solunda teller ve altında da hamak gibi bir şey vardı ama yine de düşmeyeyim diye kollarımın altından karnım göğsüm karışık sıkıca tuttu beni.. Ben de kendimi tamamen Erdem’e yasladım ve meşhur Leonardo-Kate sahnesini film daha yokken yapmış bulunduk böylece ))))) Yani yanlış hatırlamıyorsam daha yoktu, öyle bir geyik dönmedi çünkü…

Bir süre sonra sabah kahveleri için kıç tarafa geri döndük… Cenk biraz kıskanmış mıydı yoksa ben mi bari biraz olsun kıskanmış olmasını istediğimden bana öyle geldi; tam anlamadım ama dümene Cenk’in yanına gittim kahvemi alıp… Cenk beni dümenci koltuğuna oturttu, tekne ahşap olmasına rağmen koltuk uçak koltuğu ile bar sandalyesi karışımı birşeydi.. Böyle yüksek ama arkaya dayanma yeri varla yok arası, oturmaktan çok kıçını dayıyorsun ama o an 1.90’lık iki deveye göre ayarlı olduğundan ben üstüne sıçrayıp tünemek zorunda kaldım.. Tabi Cenk de hemen var olmayan sırt dayaması olarak yapıştı arkama.. Bak bu otopilot, şu derinlik göstergesi.. ekrandaki 270 gittiğimiz yön, sağa azıcık çevir bak (kollarımı uygun açıya getirme ayağına memelerimi tutmalar falan tabi) 285 oldu.. Şimdi terse çevir, hah 270’de bırak düğmeye bas.. tamamdır kendi gider artık…

Öyle öyle epey bir yol gittik; kahveler yerini biraya bıraktı, ben çivi çiviyi söksün diye hızlı hızlı iki tane yuvarladım; kızlar ve hatta birkaç erkek ön tarafa ve tavan mıdır işte oraya yayıldık ikişerli gruplar halinde.. Tekne güya 12 kişilikti ama 20 tane falan minder vardı güneşlenmek için, o an aslında kapasite derdi olmadığını, sadece istediklerini çağırdıklarına emin oldum bu geziye… 10.30 gibi bir küçük ada’msının dalga almayan tarafına yanaştık; demir suya, bir de Erdem arkadan yüzerek gidip bir kayaya kalınca bir ip bağladı (şu an bu işlemin koltuk alma olduğunu biliyorum ama o zaman bilmiyordum, o yüzden gerçekçi fon olsun böyle yazıyorum; yoksa bugün kendim bile yanaşırım yani hahaayyt!) ve döndü.. Motor susunca bir dinginlik oldu ki anlatamam, bir saattir inanılmaz kafamızı skiyormuş biz farkında olmadan… Çok kısa zaman sonra da Erdem müzik işine el attı ve ana uygun mistik bir müzik doldurdu ortamı… Herkes aynı anda kendini buz gibi suya bıraktı…Ali ve Sümbül karaya çıkıp adacıkta gezmeye çalıştılar ama çıplak ayakla pek başarılı olamadılar.. Ben bir süre sonra Cenk’in peşinden sudan çıktım; telefonla konuşan Cenk’ten işaretle bir bira daha istedim; koca bir dolabı açıp işaretle karşılığında öpücük istediğini belirtti ve aldı da; ben de kutuyu alıp yeniden terasımsıya tırmandım ve uzandım sere-serpe…

Bu sırada Erdem bitti yanımda; güneş yakmaya başlamıştı ve bir elimde bira diğer elimde sigara olduğundan “bana yağ sürer misin” dedim çantamı işaret ederek… “Süreyim ama önce seni düzgün kurulamamamız lazım” dedi kuralcı ama tatlı gıcıklığıyla… Yandan kimin olduğunu bilmediğim bir havluyu aldı… boynumdan başlayarak nazikçe gezdirmeye başladı vücudumda… Memelerimi gereğinden fazla ama son derece etkili şekilde yoğurup bir de “bunlar çok su tutuyor, tenin yağı emmeden damlarsa işe yaramaz” diye göz kırpıp gülümsedi… meme uçlarım sertleştiğinde sanki işin bir parçasıymış gibi onları da havlunun üzerinden iki parmağının arasına aldı ve güzelce istasyon ayarı yaptı ))) bu arada aşağı inerken karnımı da hiç ihmal etmedi, hafiften azmaya başlamıştım ve parmaklarını bikinimin altında hissetmek istiyordum bir an önce; bir taraftan okşuyor ama bir taraftan da gerçekten kuruluyordu… Zaten bu sakinlik hali her ikisinde birbirine benzeyen tek şeydi ve karşı taraf için (ben) son derece kudurtucuydu… Sonunda havluyla karışık bikinimin alt kısmına yani amıma geldi… belli belirsiz kurulayıp her iki elinin başparmağını tüylerimin tam üzerinde gezdirmeye başladı… Beklediğimden daha kısa sürede aşağı devam edeceğini zannedip “altı da çok su tutuyor” diye gaz verdim deyim yerindeyse.. Bu işaretimi de gülümseyerek karşıladı ve “bir kontrol edelim madem” diye iki başparmağını bikinimin yanlarından içeri sokuverdi… O an neredeyse bağıracaktım zevkten; parmakları tüylerimin üzerinde geziniyor, arada sırayla ereksiyon halindeki klitorisimi de okşuyordu… Belim kendiliğinden havaya kalkmaya başlamıştı, daha derine gidebilsin diye kalçam da… o sırada bir parmağı amımın sırılsıklam olmuş yerine denk geldi ve içeri doğru kayıverdi… Hmmm! Yapıp “bu ıslaklığı havluyla kurutamayız, onla sonra ilgilenmek gerek” diye gülümsedi ve aşağı doğru devam etti.. bacaklarımı biraz araladı, teker teker baldırlarımı havluyla silerken baş parmağını amımın üzerine, işaret parmağının yan tarafını da yarığımın içine dayıyordu… Ama cool olduğu için orada da durmayıp aşağı doğru devam etti ve ayaklarımı da bitirip havluyu bir kenara attı… Yağı açtı, avcuna bir miktar döktü, kapağını kapattı, bir yana koydu ve önce bir ayağımı aldı avuçlarının arasına… Yaptığı iş yağlamak değil düpedüz masajdı ve çok iyi biliyordu masajı… Ayağımdaki erojen bölgeleri keşfettim kısa sürede… Aynı şeyi diğer ayağıma da yaptı; sonra yavaş yavaş yukarı doğru çıkmaya başladı; kasıklarımla karışık yaptığı üst bacak yağlaması sırasında zevkten ölecek gibi oldum; inanılmaz acıkmıştım ve kimse umurumda değildi; bir an evvel yemek istiyordum, hemen oracıkta… bacaklarım bittiğinde onları iki yana açtı, arasına öyle bir yerleşti ki o da hemen şortundan çıkartıp bikinimi sıyırıp oracıkta içime sokacak diye umuda bile kapıldım bir an… Yapmadı tabi… Avcuna yeniden yağ döküp karnımı kavurmaya başladı bu defa… bu arada vücuduma da iltifatlar ediyordu, sporcu bedenim olduğundan falan bahsediyordu.. Kafam uğulduyordu çünkü demir gibi sertleşmiş Erdem her defasında amıma baskı yapıyordu… Bir posta daha yağ aldı eline ve omuzlarıma sürdü uzanarak.. O uzanınca içime girecek gibi oldu neredeyse, ben de kendimi ona bastırmaya başladım istemsizce… Ellerinde kalan son yağı da bikinimin altından memelerime sürmeye başladı… Kudurmuştum o an… ister görsünler, ister videoya çeksinler; hemen orada bu işi yapmak istiyordum… Ellerinden birini mememden çektiğinde elini tuttum ve amıma götürdüm… Ona yolunu gösterip sikine yapıştım iştahla… kocaman olmuştu ama daha önemlisi demir gibi sertti o da… “Bunu… burada… yapamayız..” gibi bir şeyler mırıldandı ama eli amıma değdiğinde ben geri dönülmez yola girmiştim zaten… bir parmağını içime soktuğunu fark ettim ama canım yanmadı, zaten kaymıştım artık ve bekaretimi parmakla mı sikle mi yarakla mı demir çubukla mı kaybettiğimin de o an hiç önemi yoktu… aceleyle elimi şortunun içine soktum ama daha Erdem’i elime alır almaz da boşalmaya başladım…

kendime geldiğimde yan yatıyordum ve tepemde Erdem de bana gülümsüyordu… “Bacaklarını o kadar kastın ki bakiresin sandım” dedi gülerek.. O an “ e eveet bakireyim” diyecektim ama bunu bir engel olarak görmesinden korkup kelimeleri ağzımdan çıkarken zorlukla yakalayıp yuttum… O anda aşağıdan “kuzen koltuk alınacak” diye Cenk bağırdı.. Erdem de tamaamm! Diye ayağa kalkıp herhangi bir adım atarmış gibi basitçe teknenin en tepesinden balıklama atladı suya ve kıyıya yüzmeye başladı… kısa süre sonra millet geldi ve yelken direğinin altındaki güneşlenme minderlerine kuruldu… Ben üstte kraliçe arı olarak tek başımaydım ve yüzükoyun yatmış, yeni yeni kendime geliyordum… Motor çalıştı… Irgatın sesi ve zincirin şakırdaması duyuldu, sonra gaz açıldı ve gitmeye başladık… Zinciri Cenk almış olmalı ki kısa süre sonra yanıma geldi; omzuma bir öpücük kondurup bir isteğim olup olmadığını sordu… “Birer bira ve sırtımın yağlanmasını istiyorum” diye cevap verdim… puff! Diye yok oldu ve 10sn sonra siparişlerimle birlikte yanımda bitti… bira kutusunu açıp başucuma koydu, yanıma yüzükoyun uzandı az önce yaşadığım orgazm yüzünden boncuk boncuk terlemiştim ve nefes alışım daha düzene girmemişti bile.. dirseklerimin üzerine doğruldum.. Gözlerinin içine bakarak gülümsedim, o da o güzel gülümsemesini tattırdı bana… 1dk önce hayatımın erkeği Erdem’di, şimdi ise yok olmuştu resmen, her yerim Cenk’le dolmuştu… Böyle bir etkisi vardı ikisinin de üzerimde… Konuşmaya başladık:
– N’oldu niye dağıldın böyle… iyi misin?
– Yok ya iyiyim… Erdem… yağ sürdü de…
– Heheh.. epey yağ sürmüş o zaman…
– )))
– E sırtına da ben süreyim o zaman…
– Dur biraz yüzünü göreyim, sonra sür.. (bir sigara yaktı ve ağzıma verdi)
– Hoşlanıyor senden…
– Ben de ondan… hem de çok…
– …(buruldu sanki farkında bile olmadan)
– Ama senden de… en az ondan hoşlandığım kadar…
– Farkındaydım zaten.. Erdem de farkındadır…E n’apacaksın? Kimi seçeceksin..?
– Seçmeyeceğim…
– Ne demek o?
– Ben seçmeyeceğim… Öyle karar verdim…
– E kim seçecek?
– Siz seçeceksiniz…
– Neden biz?
– Çünkü ikiniz de farklı yerlerime dokunuyorsunuz… (o sırada Cenk kıçımı okşuyor) ve ben ikisinden de ikinizden de vazgeçmek istemiyorum…
– Evet, o memelerine dokundu ben de popona ahahah..
– ))) pisleşme yav.. (kalkıp bacaklarıma oturdu ve hem yağlayıp hem okşarken konuşmaya devam ettik)..
– Peki ya biz de seçmek istemezsek, yani kimiz de vazgeçmezsek..?
– Bilmem… böyle devam eder işte… (bu sırada Cenk’in iki parmağı birden arkadan bikinimin içine sızdı)
– Nasıl olacak ki böyle..?
– Bilmem.. bak, az önce Erdem’leyken az kaldı şeyini şortundan çıkarıp zorla içime sokacaktım, tam o sırada birden boşalmasam emin ol yapardım da.. Şimdi ise senin aşağıdan millet görecekken bikinimi yana çekip içime girmeni, buracıkta denizin üzerinde bekaretimi bozmanı herşeyden çok istiyorum (NE DEDİM BENN!!!)
– Piuuvvv! (ellerini çekti refleks gibi…) Nasıl ya? Sen bakire misin? Nasıl ya!?! Hiç mi??
– Öhü… Yani birşeyler yaşadım tabi ama bir türlü sonuna kadar gitmedim.. Biliyorsun kısmen zaten; tam ergenlikte babamların kazası falan; biraz geciktirdi bu tip şeyleri yaşamamı…
– Peki üniversite?? Koca sene GSF’de o kadar çocuklar, hocalar, artistler..?
– Ya olmadı işte… Gereksiz bir defans yaptığımdan falan da değil, kısmet değilmiş…
– Kısmet bugüneymiş yani ahahahah..
– Ahahahs)))))))
– Ben o seçimi zaten yapamazdım ama artık kesinlikle geri adım atmam… (parmakları yeniden amımın ve götümün üzerinde yerini aldı, bu defa daha temkinli) Sen seçmiyorsan ben de seçmiyorum…
– Neden? Kızlığımı bozmak için mi?
– Evet yani… Aslında evet ve hayır… Evet, seninle sevişmek çok muhteşem olacaktır, ama senin bunu ilk yaşadığın an orada olmak, yani seni… yani…
– Yani?
– Yani bak açık konuşayım kusura bakma; seni “sikmenin” muhteşemliği yanında, hatta bundan çok, bir de senin gibi bir kız ilk defa sikilirken orada olup buna şahit olma, gözlerinin içine bakma ve senin o duyguyu tadışını seyretme fırsatı ancak o kişi olmakla mümkün… yani asıl kaçırmak istemediğim şey sanki o artık… Çünkü seni yanlış değerlendirmişim, sen erkekleri siken kızlar gibi davranıyorsun; baksana sitede ikimiz dışındaki o artistler falan resmen korkuyor senden; o yüzden acayip büyük bir sürpriz oldu bu; sıradan bir bakire kız hevesi değil yani..
– Hmmm…

Tam o sırada aşağıdan Erdem bağırdı… Ceeeennkk! Çift üçgen şamandıra ne demekti…? Cenk yaşadığı andan zorlukla sıyrılıp ufka baktı.. Gerçekten önümüzde 100 metre kadar ilerimizde sarı bir şamandıra vardı, üzerinde iki tane siyah şekil vardı… “Hay skicem kardinal (kardinal mi piskopos mu ne) yanlış dönecek kayalara çıkıcaz” diye söylenip terastan aşağı zıpladı tek hamlede ve 10 sn sonra sağa (sancak eheheh) sert bir dönüş yaptık… Sağımdan geç demekmiş herhalde…

Vakit öğlene yaklaşmıştı; Erdem ve Ali Sümbül ve diğer kızları organize ederek mutfağa (artık ona ne kadar mutfak denirse) soktular; birileri salata yapıyor, birisi makarna haşlıyor, et falan da kızartıyorlar işte sosis köfte vs… Ben de aşağı indim ve gölgedeki U şeklinde döşeğe (bagança mı ne) yayıldım.. Prenses olduğum için ne kimse bir işin ucundan tutturmaya çalışıyor, ne de zaten benim niyetim var öyle bir şeye… Sıkıldım ve dikildim yattığım yerden; teknenin kıç tarafında uzun bir iskelemsi şey uzanıyordu arkaya doğru, altında da bot asılıydı, jetski de suda iple bağlı geliyordu peşimizden… oraya çıktım biraz dümen suyumuzu seyrettim.. Sonra orada yatmak iyi bir fikir gibi geldi, yattım ama terse eğimli olduğundan çok rahat olmadı, düşecek gibi oldum… Tırsıp tekrar dikildim yerimde, biramdan koca bir yudum aldım, yüzüm tekneye bakar şekilde bağdaş kurdum.. Yağlı vücudum orada esen rüzgardan diken diken olmuştu, bikinimin yanlarından kasıklarımın gerildiğini ve amımın da hiç olmadığı kadar şişik olduğunu, çok az bir sıvının astarı tarafından da emilemeyip antrasit bikinimin rengini siyaha çeviren bir nokta bıraktığını falan gördüm.. Kendimi inceledim böyle bir süre… Neden sonra birinin de beni izlediği gibi bir hisse kapılıp kafamı kaldırdığımda dümendeki Cenk’le gözgöze geldik… Gözleriyle kukumu işaret ederek çok istediğini belirtircesine alt dudaklarını ısırdı çaktırmadan; utanıp eğdim kafamı, ben de çok istiyordum… onları…!!!

Bir süre sonra kızlar sofrayı kurmaya başladılar; Cenk teknenin hızını azaltıp otopilota aldı, uzakta hayal meyal görülen bir adaya gidiyorduk bu sefer… Etrafı kolaçan etti ve “kimsecikler yok, böyle gider kendi kendine” dedi ve masaya geldi; zaten o yıllarda Bodrum’un karası da denizi de henüz boş sayılırdı… Herkes toplandı masa başında; bolca bira eşliğinde yemekler yendi, şakalaşıldı.. Sağımda Cenk solumda Erdem vardı ve her an bazen biri bazen ikisi birden çok çaktırmadan okşuyordu bedenimi… Bense iki elim de masanın üzerinde şekilde hem anın keyfini çıkarıyor, hem de biraları ardı ardına yutuyordum…

Saat daha henüz öğle olmuştu ama zaten tam ayılamadan güne başladığımdan da olsa gerek çakırlıkla sarhoşluk arasındaki o ince çizginin her iki tarafına gider-gelir şekildeydim… Kendimi gitgide daha halsiz gibi hissediyordum, ürpermekle üşümek arasındaydım – ki aslında bir yandan da yanıyordum… Başka zaman olsa düpedüz hastayım der çekilirdim ama bugün olamazdı yani öyle bir şey; kendim dahil kimseye çaktırmamaya çalıştığım şey de güneş ve bira tarafından acayip çarpılmış olduğumdu aslında…

Yemek bitip sofra toplanana kadar o adaya da vardı tekne yavaş yavaş… Uzaktan görüldüğü gibi kıç kadar kayalık falan değildi, U şeklinde bir de sahili olan kocaman bir adaydı ve tepesinin bir tarafında da kendiliğinden yıkılmakla yıkılmamak arasında kararsız kalmış taş bir bina vardı, işlemelerinden klişe olduğu anlaşılıyordu uzaktan.. Cenk biraz anlattı ortalığa, yukarıda çok eski bir manastır varmış, avlusunda bir taş çeşme mi kuyu mu ne, ona elini sürüp kuyuya saçından birkaç tel atanın dileği gerçek olurmuş vs. vs. salakça bir efsane işte… Tabi herkes “gidelim” oldu; ben kendimi iyi hissetmediğimi teknede kalacağımı söyledim; Erdem “ben fakındayım seni güneş çarptı” dedi… O da benle kalmaya karar verdi; tabi o kalınca Cenk de kalacaktı el mahkum… Ama Cenk kızlardan birini ve milletin güneş gözlüğü sandalet ayakkabı gibi ıvır zıvırını alıp kıyıya götürdü, kalanlar da yüzerek gittiler…

Teknenin kıçındaki gölgede cenin gibi olmuştum ve nefret ediyordum bu halimden; dışarıya gösterdiğimden çok daha kötü durumdaydım ve bir an evvel sıyrılmam gerekiyordu bu halden; 35 derece havada üşüyordum resmen… Erdem geldi yanıma yattı ve bana sarıldı… Onun teni bile üşüttü beni… Sıcaklığımı o da fark edip yanıyorsun, kötüsün sen, başka bira içme, su ve ayran iç” deyip elimden bira kutusunu aldı… O sırada Cenk de kıyıdan dönmüş ve botu tekneye bağlıyordu… Kendi kendime tercih yapmayacağım derken gergilikten o kadar çok içmiş ve güneşte kalmıştım ki zaten biraz daha kötüleşirsem hiç tercih yapmama gerek kalmayacaktı… Kuş beynimle düşündüm; tenim çok sıcaktı ve o sıcaklığı azaltırsam durumun da normale döneceğine karar verdim… karaya çıkmak için suya atlayanlardan duymuştum burada denizin acayip soğuk olduğunu ve bir anda ayağa kalkıp “ben biraz kendime geleyim” diyerek köşeden bıraktım bedenimi yerçekimine… Son anda ikisinden biri “yapma!” diye bağırdı ve neden bunu dediğini de 1sn sonra anladım zaten… O sıcak vücutla o koydaki buz gibi suya (azmak mı ne varmış) düştüğümde bir anda kollarım çenem bacaklarım olduğu gibi kilitlendi; tuzlu su olmasa yüzeye çıkabileceğimi bile sanmıyorum… Zaten hemen arkamdan Erdem atladı suya ve bana sarılıp çıkardı yüzeye… “Del mizin kızım sen, şoka gireceksin” diye kızarak beni aldı ve teknenin yanından sarkan merdivene götürdü, çıkmama yardım etti… Gerçekten de su şok edici derecede soğuktu veya bana öyle gelmişti kendi sıcaklığım nedeniyle, Kendi vücudumu zor taşıyordum, merdivende doğrulamadım bile ama alttan Erdem üstten Cenk itip çekerek güverteye aldırlar beni zar zor… hemen bütün havlulara sararak bagançaya yatırdılar… nefes almak bile zordu o an, her yerim kilitlenmişti resmen… ciddi derecede de titriyordum… Erdem gelip arkama yattı ve bana sarıldı; Cenk de önüme yattı; kendileri de havluların altına girdiler ve vücudumu sıvazlamaya başladılar… Pek öyle okşama modunda değildi yaptıkları, daha çok keseleme gibiydi – ki demek onlar da korkuyorlardı yani bana bir şey olacak diye… Bir süre sonra hafif normalleşir gibi oldum ama hala çok üşüyor ve titriyordum… “Çok üşüşüyorum, bikinim ıslak” dedim; daha der demez ikisi birden atak yapıp hem üstümü hem altımı çekip alıverdiler… Bu hem iyi geldi hem de çok hoşuma gitti; ilk o an keyif almaya başladım durumdan… Erdem arkamdaydı ve onun da şortu ıslaktı, bir adım ileri gitmek geldi aklıma;
– Şortlarınız da ıslak, donduruyor popomu… dedim…
İkisi birden bu defa kendi şortlarını çıkartıp çırılçıplak kaldılar ve yeniden yapıştılar vücuduma (halbuki Cenk’in şortu kuruydu, çıkartmasına gerek yoktu ))))) )… Bir süre yine sıvazlayarak yapıştılar bana.. her ikisinin de siklerini hissediyordum ama gerçekten o an tahrik olmaktan çok mutluydum sadece ve gitgide de ısıtıyorlardı beni… Neden sonra önce Erdem’inki hareketlenmeye başladı.. belime ufak ufak baskı yapıyordu arkadan ve ben de popomu istemsizce ileri geri oynatmaya başladım… Kıçımı Erdem’in bedenine iterken, memelerimi de Cenk’in sert göğüs kaslarına sürtmeye başladım… çok geçmeden Cenk de dikilmeye başladı… Erdem hafif aşağı kaydı ve aletini bacak arama doğu itti, ona yardımcı olmak için ben de bacaklarımı araladım hafifçe… Bir elim de kendi göbeğimin yanındaydı Cenk’in vücuduyla bitişik şekilde, onla da Cenk’in sikini elime aldım ve okşamaya başladım… Yavaşça Cenk’le öpüşmeye başladık.. Erdem de kollarını bana dolayıp memelerimi okşamaya başladı o sırada.. 1-2 dk bu şekilde seviştikten sonra ikisini de biraz itip 180 derece döndüm havluların altında… artık yüzüm Erdem’e kıçım Cenk’e dönüktü…apış aramdan elimi uzatıp Cenk’in sikini tuttum ve yerine yerleştirdim usulca, sonra da hemen Erdem’in sikini aynı elimle alır almaz onun dudaklarına yumuldum… Bir seçim yapmama kararını alırken aklımda bu yoktu ama Cenk’in “sen kızlığını verirken orada olmak ve gözlerine bakmak” lafını ilk duyduğumdan beri sanki bunu ister gibiydim… Doğru ya içime ilk defa bir kişi girecekti ama o anda orada sadece bir kişi olacak diye bir kural da yoktu…

Uzunca bir süre sessizce böyle devam ettikten sonra arkadan kulak memelerimi öpen Cenk ilk lafı etti:
– İlkini böyle mi yapmak istiyorsun Burcu?
– Evet dedim… Kesinlikle evet… İkinizi de istiyorum ilk erkeklerim olarak…
Tai bu Erdem için şok oldu; o henüz bakire olduğumu bilmiyordu… Kafamı kaldırıp etrafa baktım, bizim millet harabelerin adanın öteki tarafına bakan kısmına gitmişlerdi artık ve hafif rüzgar ve uzaktan gelen dalga sesi dışında çık çıkmıyordu koyda.. Yine de an bu kadar açıkta olmak doğru gelmedi… Bir ara işemek için indiğimde aşağıda baş tarafta kocaman yatağı olan bir kabin görmüştüm; aklıma o geldi ve ayağa kalktım; erkellerime döndüm; her ikisinin de ellerinden tuttum.. O sırada onlar da manzaralarına bakıyorlardı..

– Aşağı gidelim mi? dedim istekli şekilde…

Hiç ikiletmediler, okul öncesi çocuları gibi elele tutuşup dümenin yanındaki kapıdan geçip 2-3 basamak inerek koridora girdik önce… Cenk önümden yürüyordu, Erdem de ardımdan; bir an Edem’in elini bırakıp arkadan Cenk’in muhteşem görünen sırtına sarıldım… Cenk durdu, sırtını öpmeye başladım, bir elimi de arkaya atıp el yordamıyla Erdem’i skinden tutup kendime çektim; o da bana hatta benle birlikte Cenk’e sarıldı; nereye çeksen oraya gider bir yumak olduk bir anda ama birimizin bile şikayeti yoktu durumdan.. O şekilde öpüşe yiyişe 3 metreyi on dakikada yürüyüp kabin kapısından içeri yuvarlandık… yatak gerçekten çok büyüktü; üzerinde mavi beyaz çizgili, kenarlarında dümen çapa vs. resimler olan bir örtü vardı…

Yine yanmaya başlamıştım ama bu defa kendimi halsiz falan hissetmiyordum… Cenk’i yatağa ittim… İstemsizce oturdu yatağa; bu sırada ilk defa Cenk’in sikini gözümle ve tam gördüm; öyle hayvani büyüklükte değildi ama büyüktü; asıl önemlisi çok güzel şekli vardı… Dibinden ince gibi başlıyor, giderek kalınlaşıp sonra ucuna doğru yine inceliyor ve boyuna göre neredeyse küçük, teniyle hemen hemen aynı renkte bir başla bitiyordu… Erdem’e döndüm… Onu biri sabah olmak üzere iki defa tutmuştum ve Cenk’e göre kısa ama acayip kalın olduğunu hissetmiştim.. Görünce yanılmadığımı anladım.. Kısa değildi ama kalkınca sucuk gibi büküldüğünden kısa gibi hissettiriyordu ama acayip kalındı, daha önemlisi o kalınlıkla bile neredeyse orantısız büyüklükte, kocaman bir başı vardı ve mosmordu… Zaten skinin kalanı da sanki organ nakli yapılmış gibi koyuydu tenine göre… Açıkçası bu görüntü çok iyiydi ve durup biraz seyrettim ikisini de; onlar da anın büyüsünü bozmamak için ses çıkartmadılar ve beni seyrettiler… Bir yatağa, bir kapıya yürüyüp her ikisini de öptüm uzunca.. Sonra sonrasında ne yapacağım konusunda fazla bir fikrim olmadığını fark ettim… Sordum;
– Nasıl yapacağız?
Cenk cevap verdi:
– Bu senin büyük günün… Sen nasıl istersen öyle yapacağız / yapacaksın…

Erdem’in yanına gittim ve elinden tutup onu da yatağa götürdüm… Cenk’in yanına oturdu ve geriye doğru uzandı… Eğilip Cenk’i uzun uzun öptüm, bu sırada bir elim de Erdem’in sikindeydi.. Okşadıkça daha da kalınlaşıyor gibi geldi ve o an önce Cenk’le yapmak istediğimi anladım; bu an acılar içinde geçmezdi ve Erdem’inki gerçekten acı verecek gibi duruyordu… Eğilip Erdem’in sikini ağzıma aldım.. Daha doğrusu almaya çalıştım ama gerçekten ağzıma bile zor giriyordu başı… bu sırada popom Cenk’e dönük olduğundan önce parmaklarıyla oynamaya başladı benle.. Çok ıslaktım; açıkçası o an Cenk şak diye girse sorun çözülüverecekti.. Ama o kalkıp arkama çömeldi ve beni yemeye başladı… Resmen yiyordu, dudaklarımı, kiltorisimi öyle kibar falan davranmadan dişleriyle acıta acıta ısırıyordu.. Acının nasıl zevke dönüştüğünü önceden bildiğim için hiç ses etmedim ben de.. Edem’i daha bir hırsla ağzıma sokup çıkartmaya başladım… Bu sırada yenden bir elimle de Cenk’in sikine uzandım; zorlukla da olsa başından tutabildim… Ben bunu yapınca da Cenk bu defa götümün yanaklarını hatta amımla anüsüm arasındaki yeri ısırmaya başladı… Alla’m ölüyordum zevkten… Plan falan kalmamıştı kafamda; kendimden geçmek üzereydim; zorlukla doğrulmaya çalıştım; yatağın hemen bitimindeki direğe tutundum ama Cenk de peşimden avcı gibi geliyor, kafasını kıçımdan bir an olsun çıkartmıyordu… Erdem de doğruldu; ikisi de dizlerinin üzerindeydiler, ikisi de demir gibi serttiler; farklı tarzlarda olsalar da ikisi de çok güzel siklerini bana doğrultmuştular.. Ben de direğin dibine doğru geri geri gidip soğuk metale yapıştırdım amımı; sanki direği içime sokmak ister gibi dömelmiştim.. sikleri tutup kendime çektim, birbirine olabildiğince yanaştırdım ve birini sokup diğerini çıkartmaya başladım ağzıma… Dudaklarım, çenem boynum sırılsıklam olmuştu tükürükten.. hırsla ağzıma sokarken Cenk bazen boğazıma kadar giriyordu ama durmaya öğürmeye kusmaya hiç niyetim yoktu, hiçbirşey o anı bok edemezdi açıkçası… Erdem ise artık ağzıma tamamen girebiliyor ama çıkarken dişlerime takılıyordu feci şekilde, artık canı yanıyor muydu bilmem; ben yapmadım sonuçta o ski, idare ediversindi artık :p

Bu arada Cenk beni ağzı dili ve dişleriyle bir defa boşaltmıştı ve ben de artık nasıl yapacağımızı düşünmeye başlamıştım.. Senin istediğin gibi olacak derken ciddilerdi çünkü hiç aksiyon almamışlardı o ana kadar; benim dediklerimi yapıp zevk almaya bakıyorlardı ikisi de…

Kararımı verdim; Erdem’i elinden tutup ayağa kaldırdım ve yatak dibindeki direğin öteki tarafından dolandırdım; ben dizlerimiz üzerindeydim, Erdem ayaktaydı ve yatak biraz yüksekte oldğundan aynı boyda gibiydik o an.. Yüzlerimiz birbirine dönük ve aramızda direk vardı.. bir memem direğe, bir memem Erdem’in göğsüne yapışmıştı… yanda tuvalet kapısı tam boy aynaydı ve arkamdaki Cenk’i de görüyordum oradan.. Elimi arkaya atıp Cenk’in sikini tuttum; çekerek onu da kendime yapıştırdım; sikini popomun arasından soktum ve amımın bütün suları üzerine akacak şekilde ön taraftan çıktı; bir elim Cenk’in sikini amıma bastırır, bir elim Edem’in sikini sıvazlar şekilde; gözüm hem Erdemde hem de aynadan Cenk’i keserek bir müddet tempo tutturduk bu şekilde… Cenk gitgide daha hoyratça gidip gelmeye başladı; bu pozisyonda içime girmek ister gibiydi ki ben de aslında öyle istiyordum… Cenk’in sırılsıklam olmuş sikini; yine sırılsıklam olmuş elimle sırılsıklam olmuş amımın girişine getirdim… orta parmağımla ucunu içeri doğru ittim, Cenk’de kendini ileri itince başı ve bir kısım gövdesi bir yere dayanana kadar ilerledi amımın derinliklerine doğru… O sırada Erdem de dilini boğazıma sokarak hırsla öpmeye başladı beni… Zorlukla aynadan Cenk’le göz-göze geldik ve sanki benden işaret beklediğini hissettim, çok küçük hareketler yapıyordu tam girişimde… Gözümle haydi gibi bi hareket yaptığımda, belimden daha sıkı tutarak kendini kuvvetli şekilde içime itmeye başladı… Ben de aynı anda belimi kırabildiğim kadar kırdım geriye doğru… Çatır… Çatır… çatır… içimde arka arkaya birşeyler parçalanıyordu sanki… tek bir hamlede, hiç durmadan, yavaşça ama kararlı şekilde sikinin tamamı içime girdi ve sanki bir değil beş bekaretim varmış gibi sürekli biryerleri paraçalayarak, kendi yolunu açarak dibimi buldu… Tiz bir çığlık atabildim ancak, Erdem’in dili ağzımın, ağzım da Erdem’in ağzının içinde olduğundan anca o kadar çıktı sesim ama itiraf edeyim sandığımdan çok daha fazla canım yandı.. Cenk geri çıkarken başım ve bedenim biraz aşağı düştü, belim biraz daha eğildi, resmen o ilk acıyı hazmetmeye çalışıyordum ama Cenk beklemediğim şekilde bir kez daha, daha sert ve yine bir seferde tüm sikini içime gömünce bu yeni açı nedeniyle ilkinde girmediği kadar ileri gitti ve ilkinde açamadığı bir kızlığım daha varmış gibi ikincide onu da aynı şekilde parçalayarak ciddi canımı yaktı… Daha fazla gidip gelmesinden korkup kendimi tamamen geriye itip yapıştırdım vücuduna ve ellerimle de kalçasına uzanıp tuttum.. gözümden hem acı hem de duygu dolu yaşlar dökülmeye başladı o an..

Yapmıştım… Artık bakire değildim… ama korkunçtu ya! İnsanların asıl korktuğu anal seksi iki defa yapmıştım ve toplamında bu anın çeyreği kadar canım yanmamıştı… Biliyordum gerçi, ilk sevişmede orgazm muhabbetinin bir yalan olduğunu, duruma göre ikinci hatta üçüncü seferde bile insanın ciddi canının yandığını biliyordum.. Cenk’in sikinin Erdem’inkinden daha az korkutucu olmasına rağmen yine de kocaman olması yüzünden canımın iyi yanacağını da biliyordum.. Ama yine de o an aldığım zevkten bir şey olmaz gibi gelmişti; bu muhteşem sevişme sırasında bekaret de arada kaynar diye beklemiştim sanırım ama acı gerçek… Gözlerimi yaşartacak kadar canım yanıyordu… yana devrildim… Cenk ön tarafıma geçerek yattı; Erdem de arkama geldi… ikisi birden sarıldılar bana.. küçük öpücükler kondurmaya başladılar saçlarıma, omzuma, yarım dakika kadar hafif hafif içimi çekerek ağladım…

Sonra kendime geldim… Tamam, düşündüğüm kadar kolay olmadı ama oldu yani; bunu bok etmemek de benim elimde… Karşımda biri için diğerinden vazgeçemediğim iki erkeğim var; sırf benim istediğim olsun diye belki de ilk defa aynı anda bir kızla yataktalar… Bunu tamamlamam lazım dedim kendi kendime ve Cenk’i yan döndürüp üzerine çıktım… arkadan kanlı ve kaygan sikine uzanıp üstüne getirdim kendimi; bu acı faslını çabucak geçebilmek için nişam aldım ve bir anda dibime kadar sokacak şekilde bırakıverdim bedenimi… Ufff… Eskisi kadar değil ama bu da epey acıdı… Hiç beklemeden hareket etmeye başladım.. Ellerimi Cenk’in göğsüne yaslayıp, ufak ufak kalçalarımı hareket ettirmeye başladım… kendimi aşağıya bastırdıkça Cenk içimde bir yere çarpıyordu ve gitgide daha az canım yanıyordu ama yanıyordu… o sırada bizi seyreden Erdem’e uzandım… Önce sikini sıvazlamaya başladım… Sonra Erdem yattığı yerden doğrulup sikini yüzümün hizasına getirdi ve poposundan tuttuğum gibi onu da çektim kendime… Ben acı çeksem de bari erkeklerim bunu muhteşem bir olay olarak hatırlasın istiyordum… bir ara gözüm amıma kaydı, o acıyı haklı çıkarır derecede sağlam kanamıştım açıkçası… Ben üzerinde hırsla zıpladıkça Cenk hafif hafif inlemeye başladı.. Aslında ben de nefes alırken burnumdan inliyordum o sırada… Yavaş yavaş acı artık arka planda kalmaya başladı… Ben de açıkçası şımardım ve hemen Erdem’i geriye iterek yatağa yatmasını sağladım… Cenk’in üzerinden neredeyse zıplayarak bu defa erdem’in üstüne geçtim; kalın sikinin üzeine oturdum, bir iki git-gel yapıp kendi kayganlığımı, sıvıyla karışık kanımı üzerine yaydıktan sonra hiç tereddüt etmeden alıverdim içime.. daha doğrusu almaya çalıştım ama başını sokana kadar ter içinde kaldım… ama sonrası kolaylaştı.. Erdem içimde Cenk’in dayandığı yere dayanmıyordu ve sanırım Cenkte canımı acıtan da oydu… Amım zaten sımsıkıydı; Erdem alabildiğince kalındı; kanım gitgide pembeleşti ve bir süre sonra beyaz sıvılarım akmaya başladı Erdem’in üzerine… rahatladım… henüz öyle aman aman bir zevk almıyordum ama en azından acı da hissetmiyordum… sonra hızlanmaya başladım.. hızlandıkça Erdem’in sikinin başı ara ara geri çıkma noktasına gelmeye başladı ki o an gerçekten zevk, hem de inanılmaz bir hızla gelmeye başladı.. amımın çevresi uyuşur gibi, karıncalanır gibi, aynı anda çişim varmış gibi sinyalleri ardı ardına vermeye başladı… ağzımdan kesik kesik çığlıklar istemsiz çıkmaya, her defasında ben kendimi kasmaya ve kastıkça Erdem’i içimde daha net hissetmeye başladım… bir elim Cenk’in sikindeydi ama seks için değil, kendimi kaybetmemek, yana düşmemek için tutuyordum resmen o uzun ve benim de 5dk önce resmen ağzıma sıçan siki…

Zevk dalgası biraz yükselince hareketlerim artıyor ve o zaman da canım acıyordu.. Yok sanırım olmayacaktı, ilk seferde orgazm olmaz lafı doğruydu.. O sırada aklıma geldi; bir Cenk’in bir Erdem’in altındaydım (üstünde).. Elimde iki güzel sik vardı.. Benim de iki deliğim vardı.. Neden ikisini birden kullanmayayım ki?? Çok kısa zamanda çok şey düşünüp bir karar verdim; Erdem’i götüme mümkün değil sokamazdım… Belki çok sonra ve hatta birebir yaparsak.. Ama Cenk’en uzununu daha önce almışlığım vardı.. Şu halde tek yapmam gereken olduğum yerde Cenk’i denkleme katmaktı… Bu defa Cnk’i artık yumuşamaya başlamış sikinden tutup doğrulttum.. Bir yandan Erdem’in üzerinde zıplarken diğer taraftan Cenk2i ağzıma aldım ve kısa sürede yeniden demir gibi oldu.. Sonra dönüp “sen de arkama gelsene!” dedim kısık bir sesle.. Cenk önce inanmadı, daha doğrusu doğru duyduğuna inanamadı.. ama sonra elini tutup kendi götümün üzerine getirdiğimde söylediğimi sandığı şeyi gerçekten söylemiş olduğumu anladı ve bunu hep yaparmış gibi hiç tereddür etmeden geçti arkama.. Erdem’in üzerine iyice eğildim; Erdem’in ski içimden çıkmayacak kadar popomu kaldırdım ve Cenk’i beklemeye başladım.. Bu sırada yatağın baş duvarında da enlemesine yerleştirilmiş olan aynadan Cenk’i kesiyordum… Cenk önce yerini aldı; ortada Erdem’in iki bacağı, hemen dışında benim iki bacağım ve en dışta Cenk’in bacakları olacak şekilde yerleşti.. Bir eliyle kıçımı ikiye ayırdı ve o sırada sanırım oldukça soğuk olan götüme yakacak sıcaklıktaki sikinin başı temas etti… Arada gözüm aşağı kaydığında Erdem’le gözgöze geliyorduk, çok eğleniyordu o da… Cenk önce kendinden beklenecek kibarlıkla sikinin başını ufak ufak ittirerek içeri kaydırdı.. Götüm bu konuda daha davetkârdı açıkçası.. Ama sonra tıpkı amıma yaptığı gibi o koca skini tek hamlede değilse de hiç durmadan dibine kadar sokuverdi… Aynı anda Erdem de popomun Cenk’in tutmadığı yerinden tutarak kendi hareketine başladı… İnledim.. Ne zevkten ne acıdan; sanırım içimde aynı anda iki alet olmasının coşkusundan inledim… Götüm acıyordu, amım da belli belirsiz acıyordu.. Ama hepsi birlikte bu olay çok güzel ve çok doğal geliyordu bana.. Sanki seksin doğru şekli buydu da bir yarım saattir bunu bulana kadr saçmalamışız gibi bir histi… Bir süre tempoyu tutturamadıkları için kopmalar oldu hatta kısa bir gülme krizine de girdik hep birlikte… Neden sonra ikisi de durup tempoyu belirlemeyi bana bıraktılar, ben de Cenk’e… Cenk kendini ileri ittiriğinde dibime kadar giriyor, o sırada ben de ileri gittiğim için Erdem çıkıyordu; geri dönerken de Cenk çıkıyor ve Erdem giriyordu.. arada bir noktada ikisi de birbirlerine çarpıyorlardı ve o an inanılmaz kısa kısa zevk kaplıyordu her yanımı, çişimi tutamayacağım gibi hissediyordum o an.. yüzümü Erdem’e çevirdim ve bir an göz göze gelip çılgın gibi öpüşmeye başladık.. O sırada Cenk de hızlanmaya başladı… zaten yavaş yapmayı seven biri değildi sanırım ama doğruı ritmi tutturunca makine gibi sokup çıkartmaya başladı kısa zamanda… Çok sürmeden kasıklarımda bir yanma başladı… canımın yanması gibi değil, alev alev yanmaktan bahsediyorum… Orgazm dğildi ama çok güzeldi o an yaşadığım şey… bundan az sonra da Cenk “ben geliyorum” diye mırıldandı ve bir anda benim tamamen kendine yapıştırıp kalçalarımı koparırcasına sıkarak içime fışkırmaya başladı ahlar ohlar içinde… Boşalması bitince inleyerek yana devrildi… O an Edem’le gözgöze geldik yeniden… Bana bakıp “ben de içine boşalmasam iyi olur” diye gülümseyerek bir anda altımdan sıyrılıverdi ve hop diye arkama geçti nasıl yaptıysa… hiç beklemeden o kalın sikini götüme dayadı ve flop diye içime kayıverdi tek hamlede… Erdeminki acır mı diye düşünmeye bile zamanım olmadı, hepsini o kadar kısa zamanda yaptı ki… Ama acımadı da… Hatta Erdemin sikinin kıvrımından mıdır nedir Murat’ın yaptığında olduğu gibi beklenmedik bir zevk almaya başladım… Ben yine kesik çığlıklar atarken bir an amımda bir el hissettim; baktığımda Cenk yattığı yerden uzun koluyla alttan amıma ulaşmış ve hem klitorisimi sıkıştırıyor hem de iki veya üç parmağını içime sokup çıkartıyordu… Bu daha fazla zevk almam ve artık kesik kesik değil, durmaksızın çığlıklar atmama sebep oldu.. Her tarafım kasılmaya ve nefes almakta zorlanmaya başlamıştım ki bu defa Erdem dibime kadar girip kalçalarımı sıkarak içime boşalmaya başladı… aynı anda ben de belki gücü hayal ettiğimden biraz uzak ama en azından ilk sevişmede yaşandığı için varlığı bile ekstrem denebilecek bir orgazmla boşalmaya başladım…

Herkes sakinleştiğinde Erdem döndü ve “senin bakire olman o kadar büyük sürpriz oldu ki elim ayağıma dolaştı; ne yapacağımı bilemedim” diye gülümsedi… Ben de kendimi her ikisinin ortasına atıp ikisinin de her yerini öperek teşekkür ettim.. Bu arada Cenk kanlı çarşafı kaldırıp gösterdi; “bunu kesip bayrak olarak asalım; sex boat!!” diye bağırdı, ve gülmekten boğulduk üçümüz birlikte…

Böyleyken böyle… Üzerinden 20 yıldan fazla geçmesine rağmen hemen her ayrıntısını hatırlıyor olmak, yazarken tekrar tekrar yaşamak, hatta kucağımda laptop varken iki defa kendime dokunarak boşalmak da benim için güzeldi…

Stay tuned…

Ben Esra telefonda seni boşaltmamı ister misin?
Telefon Numaram: 00237 8000 92 32

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *